Şapinuva Antik Kenti: Her şey ‘civciv ayaklı, cıncıklı taşlar’la başladı
İZMİR – Çorum ilinin Ortaköy ilçesinde yer alan Şapinuva Antik Kenti, Hitit Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Aygül Süel ve Arkeolog Dr. Mustafa Süel tarafından 1988 yılında başlatılan yüzey araştırmaları sonucunda keşfedilmiş, 1990 yılında başlatılan kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarılmıştı.
Hititlerin başkenti olarak kabul edilen Hattuşa’dan sonra en büyük çivi yazılı arşive sahip Şapinuva, MÖ 14’üncü yüzyılda Kral II/III. Tuthaliya ve Kraliçe Taduhepa, MÖ 13’üncü yüzyılda ise Kral II. Murşili’ye ikametgah olmuş, Hitit ülkesi bir dönem Şapinuva’dan yönetilmişti.
Aygül ve Mustafa Süel’in 30 yılı aşkın özverili çalışmaları ile gün yüzüne çıkarılan Şapinuva Antik Kenti, Ağılönü kutsal alanı ve kurban çukurları, işlikleri, geniş bir coğrafyaya yayılmış idari bölgesi, taş işçiliği, mühendislik hesaplamalarıyla, Hitit tarihi ve kültürü çalışmalarına katkı sağlamaya devam ediyor.
Geçtiğimiz günlerde bu önemli Hitit kentinin yerini ve yaşadığı çağdaki adını tespit ederek onu bilim dünyasına kazandıran Aygül ve Mustafa Süel’e bir armağan kitap hediye edildi. Kitabın editörlüğünü ve yayın organizasyonunu Süel’in yetiştirdiği öğrencileri üstlendi. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tanıtımı yapılan kitapta yerli ve yabancı 56 bilim insanının bilimsel yazıları, Şapinuva’nın kazı tarihi ve anı fotoğrafları yer alıyor.
Kitabın editörlerinden Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Esma Reyhan ve Dr. Öğr. Üyesi Tülin Cengiz ile Şapinuva Antik Kenti’nin bulunuş hikayesi üzerine konuştuk.
‘HER KAZI ALANI BU BELGELERE SAHİP DEĞİL’
1988 yılında Aygül ve Mustafa Süel’in metinlerde bilinen Hitit merkezleriyle birlikte anılan diğer şehirleri tespit etmek amacıyla bir proje geliştirdiklerinden bahseden Prof. Dr. Esma Reyhan, şu ifadeleri kullandı:
“Bilindiği gibi Hattuşa ve Şapinuva, en büyük kil tablet arşivine sahip iki önemli şehir. Her iki arşivde de binlerce çivi yazılı belge mevcut. Hitit tarihi ve kültürü üzerine kafa yoran herkes bilir ki bu metinlerde 2000 civarında yer adı geçiyor. Ne yazık ki metinlerde geçen bu adlardan sadece birkaçı tanımlanabilir durumda. Oysaki antik bir kentin başkent, kraliyet ikametgahı, garnizon ya da sınır kenti olup olmadığını anlamak o bölgenin sunacağı yazılı belgelere bağlı. Her kazı alanı bu belgelere sahip mi? Değil. Hititolog ve arkeolog bir çiftin güç birliği ile ortaya çıkardığı Şapinuva, bu anlamda çok değerli bir kent. Çivi yazılı arşivi sayesinde Hitit çağındaki adı konulmuş, yani bir anlamda kimlik belgesi var diyebiliriz.”
HİTİT KRALININ GÖREVLİLERE HİTABEN YAZDIĞI O MEKTUP
Şapinuva’nın bulunmasıyla sonuçlanan sürecin ana motivasyon kaynağının da yine bir tablet, bir belge olduğuna dikkat çeken Reyhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hitit çağındaki adı Tapikka olan Maşat-Höyük’te yapılan kazılarda çivi yazılı bir tablet ele geçti. Bu, büyük Hitit kralının, görevlilere hitaben yazdığı bir mektuptu. Büyük Kral’dan Tapikka’daki görevlilere gönderilen tablette verilen talimatta, adı geçen arabalı muhariplerin üç gün içerisinde Hattuşa’ya ulaşmak zorunda olması gerektiği belirtilmişti. Bu da Hattuşa, -Tapikka arasında üç günlük mesafenin olduğu anlamına geliyordu. İşte görevlilerin, Büyük Kral’ın emrini yerine getirmek için Tapikka- Hattuşa arasındaki üç günlük mesafede “nerelerde konakladıkları, hangi yolları kullandıkları, bu yollar üzerinde başka yerleşimlerin olup olmadığı ve bu yerleşimleri birbirine bağlayan yol ağının nasıl tesis edildiği” soruları Şapinuva şehrine uzanacak bir yolculuğun başlangıcı oldu! “
‘MUSTAFA SÜEL’İN İLK KAZMAYI VURDUĞU YERDE ARŞİV BİNASINA GİRDİK’
Kitabı hazırlarken Ortaköy/Şapinuva kazı raporlarını ayrıntılı bir şekilde incelediklerini belirten ekibin, güzergah üzerindeki yerleşimleri tespit etmek amacıyla başladığı yolculuğun ilk durağının Ortaköy Ovası olduğunu söyleyen Reyhan, süreci şöyle özetledi:
“Ortaköy ilçesine giden ekip, ileride önemli bir yapının açığa çıkarılacağı tarlanın üzerinde, tarla sahiplerinin söylemiyle ‘civciv ayaklı cıncıklı taşları’ tespit etti. Bu tabletleri tarla sahibinin oğlu ve yeğeni bulmuştu. Bu bir başlangıçtı… Ardından muhtelif tarihlerde bulunan 14 tablet parçası da ekip tarafından tarla sahiplerinden alınarak Çorum Müzesi’ne teslim edildi. 1990 yılına gelindiğinde, Kültür Bakanlığı’nın izniyle bölgede bir kazı çalışması başlatıldı. Mustafa Süel, araziyi o kadar iyi okumuştu ki platonun en hakim noktalarından birine ilk kazmayı vurduğu yerde kendimizi içinde arşivler barındıran A Binası’nda bulduk! Onlarca tablet orada bizi bekliyordu. Dini metinler, mektuplar, fal metinleri, askeri, kült ve tapınak metinleri… Mektuplar arasında ‘kraldan görevlilere gönderilen’, ‘krala hitaben’ yazılanları vardı. Kraliçe tarafından krala hitaben yazılmış bu mektuplar bir kraliyet çiftinin bu yerleşim yeriyle yakın ilişkisini açıkça gösteriyordu.”
‘ŞAPİNUVA TABLETLERİ TARİHİ COĞRAFYA BİLGİLERİNİ DEĞİŞTİRDİ’
Kitabın editörlerinden Dr. Öğretim Üyesi Tülin Cengiz ise bugün sayısı 4 bini bulan Şapinuva tabletleri ve tablet parçalarının tarihi coğrafya bilgilerini nasıl değiştirdiğini anlattı:
“Toprak altında bekleyişini sürdüren kentler, suskun kentlerdir, dilsizdirler bir yerde. Onları dile getiren yazılı belgelerdir. Antik bir kenti ortaya çıkarmak elbette çok önemli ama daha önemlisi onun çağındaki adını tespit etmek… Ancak bunu sağlayacak belgeler konusunda her kazı o kadar cömert olamayabilir. Şapinuva, bu konuda cömert bir kent. Şapinuva, Boğazkale/Hattuşa’dan sonraki en büyük kazı arşivine sahip. Daha bulunuşunun 20’nci gününde kazı ekibine 600 tablet sunmuş bir kentten bahsediyoruz. Ek olarak Boğazköy ve Maşat kaynaklarından da bilinen Şapinuva’nın o güne kadar Hattuşa’nın güney ve güneydoğusunda bulunduğu düşünülüyordu. Ancak kazının başladığı dördüncü gün, Aygül Süel, kazı defterine burasının ‘Şapinuva’ olduğunu not düşmüştü. Süel’in tespiti, o zamana kadar Şapinuva’ya dair bilinen lokalizasyon önerilerini ve dolayısıyla tarihi coğrafya bilgilerini değiştirdi.”
‘TABLETLERİYLE DİLE GELMİŞ ŞAPİNUVA’NIN SÖYLEYECEĞİ ÇOK ŞEY VAR’
Cengiz, Aygül ve Mustafa Süel Armağan kitabının ‘Toprak Altında Bekleyen Suskun Bir Şehri Ortaya Çıkarmak’ başlıklı bir yazıyla başladığını ve yazının antik ya da modern her şehrin bir ruhu olduğu üzerine kurgulandığını belirtti. Kitabın giriş yazısında da belirtildiği gibi her şehrin bir ruhu olduğunu ifade eden Cengiz, son olarak şunları söyledi:
“Şehirlerin bir ruhu var elbette. Antik ya da modern, bir şehri çalışırken, ona cansız madde karşısındaki bir mühendis gibi yaklaşırsanız o ruhu göremezsiniz. İşte kentin ruhu ‘kültürü’ dür. Kültür ise zamanın süzgecinden geçmiş değerleri temsil eden bir birikim. Tarih, arkeoloji, filoloji ya da psikoloji, araçları ve yöntemleri farklı olsa da tüm sosyal disiplinlerin nesnesi bu birikim ve bu birikimin yaratıcısı olan ‘insan’. Toprak altında bekleyen ya da Şapinuva gibi gün yüzüne çıkmış ve tabletleriyle dile gelmiş kentlerin insana dair öğreteceği, söyleyeceği o kadar çok şey var ki… Kent çalışmak insan çalışmaktır; bir nazım planını, mimariyi ya da taşı-toprağı çalışmak değildir!”